mevlana ve sems

Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Şems-i Tebrizi

yazan Arif Ağırbaş
Bu yazıyı beğenin

Aufrufe: 4409

Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Şems-i Tebrizi

Mevlana denince Şems – Şems denince Mevlana gelir akla. Şurası bir gerçek ki, Şems’siz Mevlana olmaz, Mevlanasız da Şems olmazdı.

Hz. Mevlana hayatinin ilk dönemlerinde ilim, ahlak ve ibadetleri yerine getiren gayet güzel bir insandı. Bu halinde zaten büyük bir Zat idi ve halk tarafından da öyle biliniyordu.

Allah (c.c.) Hz. Mevlana’nın irşad edilip mana âlemine geçiş yapmasını istemiştir.

Iste bu noktada Allah (c.c.)’in takdirinin vakti gelmiştir.

Hz. Şems’in hocası bir gün müritlerine, “Rum diyarında Celaleddin adında birinin irşad edilmesi arzu edildi, hanginiz talipsiniz bu göreve”, diye sordu. Hz. Şems yüksek bir tevazu ve edep ile tek kelime söylemeden, sağ elini kalbin üstüne koyup başını kalbine doğru eğerek “başımla birlikte ben varım” dercesine kabul eder. Hocası, “sen anladın, bu isin sonunda başını vermek var”, dedi. 

Hz. Mevlana ve Hz. Şems’in ilk görüşmesi

Hz. Şems, Hz.Mevlana’nin Sam’da ders verdiğini öğrenince Sam’a gider. O sıralarda da Hz. Mevlana’nın hocası, “artık hadis ilminde öğrenebileceğin bir şey kalmadı” demiştir. Yani tahsili tamamlanmış idi. Hz. Mevlana sokakta giderken önüne Hz. Şems çıkar ve: “Sen her şey’i biliyor musun, hadi benim kim olduğumu bil de görelim”, der ve arkasını dönüp gider. Hz. Mevlana şaşırarak, “ben bana öğretileni bilirim, senin kim olduğunu nereden bilebilirim” deyince, arkasını dönmüş ve giderek uzaklaşan Hz. Şems ilk dersini Hz. Mevlana’ya veriyordu: “Mana âlemine geçersen her şey’i bilirsin” dedi ve oradan ayrıldı.

Aradan iki yıl geçmiştir. Hz. Mevlana Konya’da idi. Hz. Şems’de Konya’ya gelir ve irşad görevini artık fiilen yapmaya karar verir. Hz. Mevlana’nın nelerden hoşlandığını onu tanıyanlardan sorar. Kibar ve temiz giyimli kişilerden hoşlandığını öğrenince en eski, yırtık ve yamalı elbiselerini giyer biraz da toza toprağa bulanır ve Konya’nın sokaklarına çıkar. Konya gayet İslam disiplini ile olmasından dolayı kimse haram işleyemezdi, namazlarını kılıyor, zekatlarını veriyor olmalarına rağmen, Hz. Şems aradığı mana esintilerini Konya’da göremediğinden üzgündü. Tam o sırada yaşlı bir kadın elinde biraz ciğer ile bir fırıncıya girer. Elindeki ciğeri hayrına ve hazır yanan ateşte kızartabilir mi diye fırıncıya sorar. Fırıncı bedava olmaz deyip ücret isteyince, yaşlı kadın, zaten infak olarak verilmiş ciğer ile üzgün bir şekilde oradan ayrılırken, Hz. Şems bu olaya şahit olur ve daha da çok üzülür. Yaşlı kadından ciğeri alıp kalbinin üzerine koyar ve cızır cızır ciğerin iki tarafını da kalbindeki ilahi ask ateşiyle kızartır. O kızartmadan çıkan manevi koku, Konya’nın atmosferine manevi bir hava gibi karışır.

Âşıklar kavuşuyor

Ertesi gün toza toprağa bulanmış kıyafetiyle Hz Mevlana’nın evine döneceği yola çıktı. Karşılaştıklarında, Hz Mevlâna’nın atının geminden tutarak, “söyle bakalım Beyazid-i  Bestami mi daha büyük, Peygamber mi büyük?” diye sordu.

Böyle bir soruyu sıradan bir adam soramaz, “Beyazid-i Bestami bir İslam Velisi, Peygamber ile nasıl kıyas edilir?” diyerek kızdı ve attan indi. Hz. Şems: “Ben de biliyorum,

Peygamberimiz (sav) büyüktür, ama kafama bir şey takılıyor. Peygamberimiz (sav) söyle buyurdu: “Ya Rabbi, ben sana hakkı ile arif olamadım. Seni hakkı ile bilemedim. Beyazid-i  Bestami ise: “Ben, Sübhan değil miyim, benim şanım büyük değil mi?” buyurmuştur. Peygamberimiz “ben Allah (c.c)’i hakki ile bilemedim” derken Bestami Hazretleri “ben Allah (c.c.)’im diyor, peki neden?” diye sordu. Zor bir soru olduğu için Hz. Mevlana bir süre düşünmek zorunda kaldı. Bu süreyi Hz. Şems kullanarak Hz. Mevlana’ya nazar ederek onu irşad etti. Maksadı Mevlana’ya soru sormak değildi zaten, onu nazarıyla irşad etmek idi. Hz. Mevlana cevap verir: “Peygamberimizin hacmi bir deryaya, denize benzer, Bütün suların hepsi denize akar. Deniz dolmaz ve taşmaz. Azalmaz da. Beyazid-i Bestami’nin hacmi Peygamberimize nazaran dar idi. Bir göle benzerdi. Göle, çok su gelirse doldurur, taşırır. Beyazid-i Bestami doldu, taştı, kendini kaybetti.” bu cevaba karşılık Hz. Şems cezbeye girerek “Allah” diye bağırdı. Hz. Mevlana’ya bir hal geldi, asktan yanarcasına ve Hz. Şems’in ayaklarına kapanıp, ”bunu bana öğret”, dedi. Hz. Şems ”burada olmaz” deyince Mevlana onu evine davet etti fakat Şems: ”sen benim kahrımı çekemezsin” dediyse de Hz. Mevlana ”elimizden geleni yaparız” diyerek ısrar etti.

Bir rivayete göre, beraber eve vardıklarında, Hz. Şems, Mevlana’nın bir odasını kapısına kadar dolu kitaplarla görünce, onları evin bahçesindeki havuza atmasını söyler. Kucağına kitaplarını dolduran Hz. Mevlana birer birer kitapları havuza atar ve son kitaba gelir sıra. O kitabin kendisinde çok kıymetli olduğunu bile bile, bir an tereddüt ettikten sonra o kitabi da atar fakat attığına da üzülür. Bunu anlayan Hz. Şems ne düşündüğünü sorar. Hz. Mevlana cevaben: ”En son attığım kitap, babamdan kalma ve benim için çok mühimdi. İçinde ezberimde olmayan birçok mevzular vardı” der. Hz. Şems eline uzun bir sopa alır ve havuzu karıştırmaya baslar. Söz konusu kitap ne zaman su yüzüne çıkarsa haber vermesini ister. Bir müddet sonra kitap su yüzüne çıkar ve Mevlana ”iste bu kitap” deyip haber verir. Şems, ”Bismillah” diyerek,  o kitabi havuzdan çıkartır ve Mevlana’ya geri verir. Mevlana kitabı açar ve hayret eder. Uzun bir zaman suyun içersinde duran kitabın hiç bir yerine yaşlık değmemiş, kitabın içersinden adeta toz dökülüyordu. ”Bu nasıl olur, saatlerce suyun içinde kalan kitap, ne ıslanmış ne sayfaları bozulmuş” diye sorduğunda Hz. Şems: ”Ben, sana bunu öğretmeye çalışıyorum. Sen kafanı kitaplara takıyorsun” deyince, Mevlana kendiliğinden o kitabı da havuza atar ve irşâd olur.

Kitaplar suya atılmasaydı olmaz mıydı?

O zamanlarda millete bu çok ters geldi elbet. Belki bugün bile bu konuyu tam olarak idrak edemeyenler vardır. Gerçek olan su ki, Hz. Mevlana suya attığı kitaplara çok bağlı idi. Her gördüğü her duyduğu isi ve hali, kitaplarla ölçmeye kalkışacak idi. Kitaplardaki ise zahir ilmidir. Zahir ilmi ile Batın ilmi birbirine ters düşer. Allah (c.c.) ile kul arasında öyle şeyler vardır ki, insani hayrete düşürür ve kitapların satırları arasında bunun izahını bulamaz. Saatler sonra sudan çıkarılan kitabin hiç bir yeri ıslanmadığı gibi, akıl ile mantık ile çözülemeyen nice haller vardır. Bunu çok iyi bilen Şems, Mevlana’ya kitapları suya attırdı. Mevlana’nın dikkatini kendine çekmiş oldu. Bunda elbette ki çok mühim ibretler vardır.

Sadece Hz. Mevlana değil, Yunus Emre, İbrahim Ethem Veysel Karani gibi binlercesi zahir ile ilişkiyi kesip, batından, ilmi aslından almışlardır.

Hz. Mevlana da, zahir ilmini terk edip Hz. Şems’e teslim olmasaydı, asırlardır olduğu gibi simdi de, onu konuşuyor olmazdık.

Simdi yani bugün de mesele aynidir. Zahir ilme takılıp kalmamak gerek. O zamanlarda batın ilmi nasıl önemliydi ise, bugün de aynidir. Kendi kendimizde kitaplardan ne kadar öğrenebiliriz? Mana’ya kavuşamayız! Mana’yı anlamak için mana’yı yaşayandan öğrenmek ve ona teslim olmak gerek. Bunlar da Allah (c.c.) dostlarıdır. Mürşitlerdir!

Hz. Şems Mevlana’ya neler öğretmiş

Tasavvuf tarihinde pek çok Veli birbirlerine bu ışığı yansıtmışlardır. Fakat bunları hangi anda nasıl yaptıklarını, hangi imtihan perdeleri içersinde seyrettirdiklerini bilemeyiz. Hâlbuki Hz Mevlâna ve Şems olayı’nda aleni, herkesin gözü önünde olmuştur.

Hz Şems, Mevlâna’yı gerçek kulluğa götürmek istiyordu. Gerçek kulluk ise gönlünde nefsin bütün şartlanmalarını kaldırıp Cenabı Hakk’a hazır hale getirmektir.

Bir gün Hz. Mevlana’ya sormuşlar: “Şems gitti gideli perişansın. Kendini mahvediyorsun. Hâlbuki sen Şems gelmeden evvel dört dörtlük bir mü’min’din, hocaydın, öğretmendin, müdderis’din, (o zamanki) Selçuk Üniversitesi Rektörüydün, Şam’daki Hocan artık senin öğrenebileceğin bir şey kalmadı demedi mi? Sen Şems’den ne öğrendin ki böyle perişansın?”

Hz. Mevlana şöyle cevap verir: Evet doğru söylüyorsunuz. Şems gelmeden önce ben üşüdüğüm zaman ısına biliyordum. Şems’den sonra ısınamıyorum. Çünkü Şems bana bir şey öğretti. “Yeryüzünde bir tek mümin üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.” Biliyorum ki yeryüzünde üşüyen müminler var o sebeple artık ısınamıyorum. Eskiden acıktığım zaman bir tas çorba içerdim doyardım. Simdi ise hiç bir besin bana haz vermiyor. Biliyorum ki aç müminler var. Şems bana bunları öğretti.”

Hz. Şemsin öğrettiği bu ahlak ise Peygamber efendimizin ahlakın ta kendisidir.

Hz. Şemsin öğretilerini gazete okur gibi okuyup anlayamayız. Bunlar çok ince ve çok müthiş şeylerdir.

Hz. Şems’in ayrılışı

Bir gece sohbet ederlerken kapı vurulmuş, dışarıdan kalabalık bir güruh;

”Şeeeems dışarı çık!” diye bağırmıştı.

Mevlana yaklaşan acı kaderi sezmişçesine:

”Çıkma” diye yalvardı.

Hikmetli hikmetli bakan Şems gülümsedi:

”Telaşlanma, verdiğimiz sözü tutma vakti gelmiştir” diyerek kapıya yöneldi.

Mevlana: “Ne sözü, nereye, niye?” diye yapıştı ellerine.

Şems, yıllardır sakladığı sırrı söyledi:

“Şam’da Rabbime yalvarmış, aşkımı seyredeceğim bir ayna istemiştim. Rabbim seni verdi, sende seyrettim”

İyi işte, ”seyre devam edelim”, dedi Mevlana.

Şems; ”Rabbim de bana demişti ki, o aynayı verirsem ne bağışlarsın?”

Tereddütsüz şöyle demiştim; Başımı veririm!”

Şems dışarı çıktı. Sadece bir “ALLAH” nidası duyuldu.

Ay ışığında yerde üç beş damla kan seçiliyor, ama ne baş, ne ceset, ne de katiller gözükmüyordu!

Aşkları sır olmuştu.

Mevlana’yı sahiplenenler, Onu paylaşmak istemeyenler şehit etmişti Şems’i.

Aşkın doğasıydı bu, en yakın çevrenin tahammülsüzlüğü/kıskançlığı

Hani bir gün Hz. Şems’in hocası sormuştu ya: “Rum diyarında Celalettin adında birinin irşad edilmesi arzu edildi, hanginiz talipsiniz bu göreve” diye? Sağ elini kalbin üstüne koyup başını kalbine doğru eğerek “başımla birlikte ben varım” dercesine kabul etmişti. Bunun üzerine hocası ne demişti? “Sen anladın, bu isin sonunda başını vermek var”

Rabbim bizlere bu zatları anlamayı nasip etsin. Onlar gibi Peygamber efendimizin ahlakıyla ahlaklanmayı bizlere nasip ve müesser eylesin inşallah. Allah-u Teâlâ ikisinden de razı olsun, şefaatlerine nail eylesin cümlemizi inşallah. el-Fatiha!

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönlündedir.”

“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.

Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”

Mevlana Celaleddin-i Rumi

 

 

- Yorumunuz -

BU YAZILAR İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

- Bu yazıyı beğendiyseniz paylaşın lütfen -
Share via
Send this to a friend