Osmanlı’da Şehzadelik Kurumu: Şehzadeler Nasıl Yetişirdi?

yazan Arif Ağırbaş
Bu yazıyı beğenin

Aufrufe: 444

Osmanlı’da Şehzadelik Kurumu

 

Şehzadelik tabiri Osmanlı Devleti’nde padişahların erkek çocukları için kullanılan bir unvandır. Bu unvan Osmanlı’dan önceki dönemlerde XIV ve XV. yüzyıllarda Anadolu Beyliklerinde de görülen Çelebi unvanının devamıdır. Osmanlı devlet düzeni içerisinde ilk dönemlerden itibaren şehzadelere oldukça önem verilirdi. Bu durum şehzadelerin hanedanın bir ferdi olmasından ziyade, gelecekte ülkenin meşru varisleri/muhtemel yöneticileri olarak görülmelerinden kaynaklanmaktadır. İşte bu özel neden şehzadelerin doğumlarından itibaren birtakım uygulama ve eğitimlere tabi tutulmalarını gerekli kıldı. Şehzadeler için uygulanan bu ritüeller, yine Osmanlı Devleti’nin kendisinden önceki Türk-İslâm devletleriyle benzerlikler gösterdiği gibi, bu süreç şehzadelerin doğumundan itibaren tahta çıkış sürecine kadar bir takım aşamaları kapsamaktadır. Tabi burada bilinmesi gereken önemli husus, malum olduğu üzere Osmanlı Devleti’nin, 600 yılı aşkın bir zamana hükmeden bir medeniyete ev sahipliği yapmış olmasıdır. Bu sebeple Osmanlı Devleti’ne ait tüm kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi şehzadelik kurumundaki uygulamalar da devletin kuruluşundan yıkışına kadar aynı kalmamış ve zaman içerisinde bir takım değişimlere maruz kaldı. 

Şehzadelerin Doğumu ve Bununla İlgili Merasimler

Osmanlı sarayında yaşanan bir doğum hadisesi ne kadar önemli olabilir? Devlet için ne ifade eder? Sarayda yaşanan doğumlar nasıl kutlanır? “40 gün 40 gece şenlik” yapılır mı? bu ve benzeri sorulara verilecek cevapların bir kısmını Osmanlı sarayında dünyaya gelen yeni bir şehzadenin doğumunda bulabiliriz. Nitekim Osmanlı tarihinin klasik dönemlerinde veraset anlayışı gereğince taht babadan oğula geçerdi. Bu sebeple padişahların erkek çocuk sahibi olmasına oldukça önem verilmesi normal bir durum olarak karşılanmalıdır. Yine hanedanın devamı ve kendi adının ve neslinin yaşatılması için de erkek evlat daha önemli hale gelmektedir. Bu anlayış Osmanlı tarihinde çok tartışılan konulardan birisi olan hükümdarların birden çok cariyesinin bulunmasının da sebebi olarak açıklanmaktadır. Nitekim padişahların erkek çocuklarının olması hanedanın devamı için oldukça önemlidir. Tüm bu sebeplerle Osmanlı tarihinin her döneminde şehzade doğumları sadece sarayda değil, ülkenin her yerinde sevinç ve kutlamalar yapılmasına vesile oldu. 

Şehzade Doğumlarında Yapılan Merasimler ve Şenlikler

Şehzade doğumlarında ilk kutlama sarayda yapılırdı. Buna göre Osmanlı sarayında doğan şehzadenin doğum haberi önce sadrazama bildirilirdi. Ardından gelen devlet erkanı ile birlikte sadrazam padişahı tebrik ederdi. Bu arada mahkeme sicillerine kaydedilen doğum haberi halk ile paylaşılırdı. Halkın olaydan haberdar edilmesi atılan toplar ve ülkenin her tarafına gönderilen fermanlar ile olurdu. Şehzadenin dünyaya gelmesi halka duyurulmasının ardından mutat (alışıla gelen) üzere şenliklere geçilir ve bu müjdeli haber ülkenin her yanında kutlanırdı. Buradaki kutlamalarda dikkat çeken husus, şehzade doğumlarına, sultan (kız çocuklar) doğumlarından daha fazla önem verilmesidir. Nitekim Osmanlı sarayında yeni doğan bir erkek bebek için yedi, kız bebek için üç top atışı yapılırdı. Yine top atışlarının günde beş defa yapıldığı bilinmektedir. Bu durum daha önce belirtilen şehzadelerin hanedanın meşru varisleri ve devamı olmalarından kaynaklandığı açıktır. Yine şehzadenin veladet (doğum) haberi komşu devletlere ve bağlı eyaletlere bildirilirken, onlardan tebrik mahiyetinde mektuplar gelirdi. Ayrıca padişahlar kendilerine bu müjdeli haberi getirenlere çeşitli hediyeler ile mükâfatlandırırdı. Yine doğum münasebetiyle bazı devlet görevlilerinin rütbeleri yükseltilirken, bazılarına yeni görevler verilirdi. Tüm bu uygulamalar şehzade doğumlarını sadece saray için değil devletin ve halkın her kademesi için önemli hale getirdiğini göstermektedir. Klasik dönemlerde uygulanan doğumla ilgili merasimler, ilerleyen dönemlerde farklı uygulamaları beraberinde getirdi. Bu çerçevede XVII. yüzyıldan itibaren şehzade doğumları saray teşrifat ve geleneklerine göre yapılan ve Veladet-i Hümayun denilen halk şenliklerine dönüşmüştür. XVIII. yüzyıldan sonra ise şehzadelerin doğum tarihlerini gösteren listeler tutularak doğdukları gün, ay ve yıl kaydedilmeye başlandı. Ancak hangi dönemde olursa olsun Osmanlı sarayında doğan bir şehzade her zaman için önemli oldu.

Şehzadelerin Çocuklukları ve Eğitim Süreçleri

Osmanlı Devleti’nde şehzadelerin ve padişahların ilk eğitimleri sarayda başlardı. Osmanlı sarayında doğan her hanedan üyesi çocuk için bir daire ayrılır, kendisine süt nine, kalfa ve cariyeler tayin edilirdi. Ayrıca çocuğun eğitimi ile bizzat kendi annesi ile dadı ve kalfalar ilgilenirdi. Özellikle şehzadelerin eğitimi konusu Osmanlı Devletinde önemli bir husus olup, şehzadelerin iyi bir eğitim almalarına dikkat edilirdi. Bu durum şehzadelerin gelecekte hanedanın devamını sağlayacakları ve içlerinden birinin padişah olacağı düşüncesi ile ilgilidir. Buna göre Osmanlı tarihinde beş altı yaşına gelen şehzadelere hoca tayin edilerek eğitim hayatı başlatılırdı. Tabi şehzadelerin eğitime başlaması da törenler ile olurdu. “Bed-i Besmele” adı verilen bu törenler, şehzadelerin okumaya başlaması anlamına gelirdi. Buna göre törene katılan tüm devlet erkânının huzurunda ilk kez şeyhülislam tarafından eski alfabe okutulan şehzadeler için dualar edilir ve iyi dileklerde bulunulurdu. 10-12 yaşına kadar süren bu eğitim sürecinde şehzadelere Kuran eğitimi, Arapça, Farsça, tarih, coğrafya gibi bilimler ile ilgi alanına göre ok atmak, ava gitme, cirit, güreş gibi sporlar ile güzel yazı yazmak, ok ve yay gibi sanatlar öğretilirdi. Bu şekilde şehzadeler can sıkıntısından kurtulurken, ileride padişah olduklarında kendilerine ait bir meslek kazanmış oluyorlardı. Hatta padişahlar arasından bizzat kendi uğraşları ve alın teri ile yaptıkları ürünleri sattırarak, kazandıkları bu paralar ile fakirlere sadaka dağıtanlar vardır. Tüm bu uygulamalar şehzadelerin ne kadar eğitimli ve donanımlı bir şekilde yetiştiğini göstermektedir. Nitekim Osmanlı tarihinde altı dil bilen, çok önemli teknik donanımlara sahip olan, savaşçı padişahların yanı sıra, şiir, müzik, hat sanatı, marangozluk, kuyumculuk gibi sanatkâr padişahların varlığı şehzadelik yıllarında aldıkları bu eğitimlerin bir sonucudur.

İlk eğitimlerinin ardından 10-12 yaşlarında gösterişli bir düğün ile sünnet olan şehzadeler “Şehzade alayı” adı verilen yine büyük törenlerle sancaklara gönderilirdi. Buradaki temel amaç ileride tahta geçebileceği düşünülen şehzadelerin devlet işlerini uygulamalı bir şekilde öğrenmelerini sağlamaktır. Şehzadeler sancaklara gönderilirken yanlarında “lala” adı verilen tecrübeli devlet adamları yer alırdı. Şehzadelerin sancağa çıkma yaşları ilk dönemlerde 7-8 iken, giderek 13,14, 16 ve 21 yaşına kadar yükseldi. Ancak XVII. yüzyılın sonlarında sancağa çıkma sistemi kaldırılarak yerine kafes denilen sistem getirildi. Buna göre tahta varis şehzadelerden en büyüğü tahta geçiyor, diğer adaylar kafes denilen sarayın bir bölümündeki odalara kapatılıyordu. Kimse ile görüştürülmeyen şehzadelerin eğitimi cariyeler tarafından sağlanıyordu. Kafes sistemi her ne kadar şehzadelerin yasal ölümünü engellese de yönetim tecrübesinden yoksun yetişmelerine ve ileride merkezi idarede bozulmalar yaşanmasına neden oldu. Bu sebeplerle XIX. yüzyıldan itibaren kafes sisteminde bazı değişiklikler yapılarak şehzadelerin tekrar eğitim almaları sağlandı. 

Şehzadelerin Gençlik ve Şehzadelik Yılları

Osmanlı Devletinde şehzadelerin yetiştirilmesi ilk dönemlerden itibaren farklı uygulamalar mevcuttu. Nitekim I. Murat dönemine kadar padişahlar, şehzadeler ve kardeşlerine yönetimde idari görevler verirlerdi. I. Murat döneminden itibaren getirilen sancağa çıkma sistemi ile şehzadeler sancak beyi olarak görevlendirildi. Şehzadeler görevlendirildikleri bu bölgelerde kendi adlarına tuğra çekip, hükümler yazabilirdi. Bu durum şehzadelerin bir hükümdar gibi davrandığını göstermekle birlikte merkeze bağlılıklarını korumak zorundaydılar. Ancak zamanla sancağa çıkma uygulamasında değişimler yaşandı. İlk olarak II. Selim (1566-1574) tüm şehzadelerini değil sadece içlerinden birini III. Murat’ı sancağa gönderdi. 1574 yılında tahta çıkan Sultan Murat ise en büyük oğlu III. Mehmet’i sancağa çıkararak diğer şehzadeleri sarayda bıraktı. III. Mehmet tahta geçtiğinde hiçbir şehzadeyi sancağa göndermezken, I. Ahmet döneminde sistem tamamen değişti. Bundan sonra getirilen “ekber ve erşed” kuralı ile en büyük ve akli dengesi yerinde olan şehzade tahta geçerken, diğerleri şimşirlik adı verilen kafese mahkûm edildi. Bu noktada Sultan I.Ahmed Osmanlı tarihinde bir ilki gerçekleştirerek tahta geçtikten sonra kardeşi Mustafa’yı öldürtmeyerek hayatta bıraktı. Yeni düzene göre tahttaki padişahın ölümünden sonra hanedanın en yaşlısı tahta geçebilecekti. Diğer şehzadelere ise eski sistemdeki gibi sancaklara gönderilmeyerek, sarayda ayrı bir dairede tutulmaları, sakal bırakmamaları ve çocuk sahibi olmamaları gibi kurallar getirildi. Görünüşe göre Sultan Ahmet iyi bir şey yapmıştı ve Fatih Sultan Mehmet döneminden beri uygulanan kardeş katli uygulamasına son verdi. Ancak yeni sistemin de bir takım sıkıntıları ortaya çıktı ve bundan sonra Osmanlı tarihinde çocuk padişahlar dönemi başladı. Nitekim bundan sonra tahta çıkan I. Ahmet 13, II. Osman 11, I. Mustafa 9, IV. Murat 11, IV. Mehmet ise 7 yaşında padişah oldu. Yine şehzadelerin sancaklara gönderilmemesi yönetim tecrübesinden yoksun yetişmelerine neden olurken, bu durum tahta çıktıklarında otorite problemi meydana getirdi. Şehzadelerin yasal ölümünü engelleyen kafes hayatı şehzadeler için oldukça sıkıntılı olup hiç kimseyle görüşmeden geçen uzun yıllar şehzadelerin ruh sağlıklarını bozdu. Yeni sistemde şehzadeler eğer sıra kendilerine gelirse kafesten alınarak tahta çıkıyorlar, aksi halde ölene kadar kimse ile görüşmeden bir tecrit hayatına maruz kalıyorlardı. Kafeste kalma süresi değişirken, Osmanlı tarihinde bu rekor Sultan III. Osman’a ait olup, şehzade Osman 51 yıl kaldığı kafes hayatından sonra tahta çıktı. Tabi 51 yıl gibi uzun bir süre kimseyle görüşmeden geçen bir ömürden sonra tahta geçen III. Osman 3 yıl kadar süren saltanatında oldukça zayıf bir yönetim sergiledi. 

Sonuç olarak şehzadelik kurumu Osmanlı tarihinin her döneminde önemini ve saygınlığını korumuş bir kurum olup, bu durum onların gerek hanedana mensup olmaları, gerekse tahtın meşru varisleri olmalarından kaynaklanmaktadır. Şehzadeler kendilerine atfedilen bu önemden dolayı Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından itibaren doğumlarından başlayarak, tahta çıkış süreçlerine kadar diğer hanedan üyelerinden ayrı uygulamalara tabi tutuldular. Bu uygulama ve düzenlemeler şehzadelerin doğumundan itibaren başlamaktadır. Yazımızda görüldüğü üzere, Osmanlı sarayında yeni doğan erkek bebekler için yapılan kutlamalar, yeni doğan kız bebekler için yapılan kutlamalardan daha gösterişli olurdu. Bu durum tahtın babadan oğula geçen bir özelliğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Şehzadelere tanınan benzer imtiyazlar çocukluk yılarında da yaşanmakta ve gelecekte hanedanın devamını sağlayacakları düşünülen şehzadelerin diğer hanedan üyelerine göre daha iyi bir eğitim almalarına önem verilmektedir. Yine ülke yönetimi konusunda tecrübe kazanmaları amacıyla sancaklara gönderilen şehzadeler, halk ile iç içe geçerek, uygulamalı bir eğitime tabi tutulurlardı. Fakat XVI. yüzyılın sonlarından itibaren şehzadelerin yasal ölümlerini engellemek amacıyla getirilen yeni uygulamalar ile yetişme tarzlarında önemli değişimler yaşandı. Buna göre Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren kanunlaştırılan “kardeş katli” uygulamasına son verilerek, hanedanın en yaşlı üyesinin tahta geçmesi kararlaştırılmış ve sancağa çıkma sistemi kaldırıldı. Sultan I. Ahmed’in iyi niyetle gerçekleştirdiği bu yeni düzenlemeyle yüzlerce yıldır devam eden kardeş ölümlerinin önüne geçilmiş olmakla birlikte, yönetim tecrübesinden yoksun bir şekilde yetişen şehzadelerin kafes sistemine maruz bırakıldığı bir süreç başladı. I. Ahmed döneminde geliştirilen bu yeni süreç devletin yıkılışına kadar değişmemekle birlikte, özellikle XIX. yüzyılın ortalarından itibaren gevşetilmeye başlanarak, şehzadelerin daha iyi eğitimler almalarına özen gösterildi. Bu durum bize kafes sisteminin ve sancağa çıkma uygulamasının kaldırılmasının yönetim üzerinde olumsuz neticeler verdiğini ve birtakım düzenlemelere gidildiğini göstermektedir. Fakat burada bizce üzerinde durulması gereken temel konu XVII. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti’nde yaşanan bozulma ve çözülmelerin tamamen ekber ve erşed sistemine geçişe bağlanmasıdır. Bu sisteme geçişin olumsuz tarafı, şehzadelerin sancağa çıkma uygulamasına son verilmesiyle birlikte tecrübesiz kişilerin başa geçmesine neden olması ve Osmanlı merkeziyetçiliğine zarar vermesidir. Bize göre yanlış kabul edilen fakat Osmanlı tarihçileri tarafından “Duraklama Dönemi” olarak adlandırılan XVII. yüzyıldaki bozulmaların sebebi çok yönlü olup, bu durumu sadece tahta geçiş sürecindeki değişimlere bağlamak ve bir günah keçisi aramak tarihi realiteye ters düşmektedir. 

 

 

 

- Yorumunuz -

BU YAZILAR İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

- Bu yazıyı beğendiyseniz paylaşın lütfen -
Share via
Send this to a friend